KYOTO
- Merve Köroğlu
- 19 Eki
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 20 Eki

İlk gün Orizuruya’da kimono giyip çay seremonisine katılarak güne başladık. Kyoto, Japon çay kültürünün doğduğu şehirlerden biri olarak, geleneksel çay seremonisini en otantik haliyle deneyimleyebileceğiniz yerlerden biri. Japonya’da “chanoyu” ya da “sado” olarak bilinen bu ritüel, çay içmekten çok daha fazlasını temsil ediyor; sadelik, huzur ve farkındalık üzerine kurulu bir felsefe aslında. Bizim katıldığımız seremoni tatami zeminli sade bir odada gerçekleşti. Usta, her hareketi yavaş ve anlam dolu bir şekilde yaparken, matcha tozunu bambu fırçayla çırpıyor, suyun sıcaklığını ve çayın kıvamını özenle ayarlıyordu. Her detayın bir anlamı vardı; kasenin çevrilme yönü, eğilme biçimi, hatta sessizlik bile törenin bir parçasıydı. Bize de aynı şekilde matcha hazırlattılar ancak maalesef matcha çayı da bizim damak zevkimize uymadı, kaliteli matcha kullanmalarına rağmen ayıp olmasın diye zorla içtim. Üstelik sonuncu yudumu köpüklü olduğu için hüpürdeterek içmemizi söylediler ama maalesef o kadar oyunculuğum yok zevk alıyor gibi yapamadım. 😄

Kimonolarla çay seremonisi sonrası fotoğraf çekildikten sonra Nishiki Market turu yaptık. Aslında akşam 6’ya kadar kimonolarla vakit geçirebileceğimizi söylediler ancak o sıcakta kimono içinde daha da bunalıp hareket alanım da kısıtlandığı için ben giymek istemedim. O yüzden tur sonrası üzerimizi değiştikten sonra tekrar bir Nishiki market turu yaptık.

Yüzyıllardır varlığını sürdüren bu dar sokak, geleneksel Japon lezzetlerinin, taze deniz ürünlerinin, baharatların ve sokak atıştırmalıklarının buluştuğu canlı bir pazar alanı.

Yaklaşık beş blok boyunca uzanan kapalı çarşıda her tezgâh, Kyoto’nun gastronomik kimliğini yansıtıyor. Renk renk turşular, deniz yosunları, dumanı tüten balık şişleri, bambu sepetlerde dizilmiş tofu çeşitleri, matchalı tatlılar ve el yapımı mutfak eşyalarıyla pazar hem yerel halkla hem de ziyaretçilerle dolu.

Nishiki Market sadece alışveriş yapılan bir yer değil; Kyoto’nun damak zevkinin, kültürel alışkanlıklarının ve sıcak misafirperverliğinin yaşadığı bir açık hava müzesi gibi.
Sonraki durağımız olan Gion, Kyoto’nun en eski ve en ünlü geleneksel eğlence bölgesi olarak biliniyor. Edo döneminden bu yana geisha kültürünün kalbi sayılan bu mahalle, Japonya’nın zarafet ve estetik anlayışını yansıtan en özgün yerlerden biri. Gion’daki machiya adı verilen ahşap evlerin bir kısmı hâlâ geleneksel çay evleri olarak kullanılıyor; bazılarıysa sanat galerilerine veya restoranlara dönüştürülmüş. Akşam saatlerinde dar Hanamikoji Sokağı boyunca yürürken, beyaz makyajlı ve renkli ipek kimonolu maikoları görmek mümkün. Bu bölge, Kyoto’nun modernleşmesine rağmen koruduğu zarif kimliğin en canlı örneği.

Gion sokaklarının sonunda ulaştığımız Yasaka Mabedi Kyoto’nun en önemli Şinto tapınaklarından biri ve 7. yüzyıla kadar uzanan köklü bir geçmişe sahip. Şehrin Gion bölgesinde, Maruyama Parkı’nın girişinde yer alan bu tapınak, hem turistlerin hem de yerel halkın sıkça ziyaret ettiği bir ibadet yeri. Yasaka Jinja özellikle temmuz ayında düzenlenen Gion Matsuri adlı Japonya’nın en ünlü festivallerinden biriyle tanınıyor.

Tapınak kompleksinde sağlık, mutluluk ve bereket dilemek için gelen ziyaretçiler, tütsü yakıyor, dua çanlarını çalıyor ve “ema” adı verilen ahşap dilek tahtalarına dileklerini yazıyorlar. Parlak kırmızı ana kapısı ve zarif mimarisiyle Yasaka, Kyoto’nun geleneksel ruhunun simgesi haline gelmiş durumda.

Yine Gion’un taş döşeli sokaklarında yürürken bir anda köşeyi dönüyor ve karşınızda Kyoto’nun en tanıdık siluetini buluyorsunuz; Hōkan-ji Tapınağı’nın beş katlı pagodası. Tahta evlerin arasından yükselen bu zarif yapı, yüzyıllardır şehrin gökyüzüne dokunan sessiz bir simgesi. 6. yüzyılda inşa edildiği söyleniyor; defalarca yangın geçirmiş ama her defasında yeniden doğmuş. Pagoda’nın çevresindeki Ninenzaka ve Sannenzaka sokaklarında, geleneksel evler, kimonolu ziyaretçiler ve küçük el sanatları dükkânlarıyla Kyoto’nun geçmişi hâlâ canlı.

Gelelim ilk günün son durağı olan Kyoto’nun doğu yakasındaki, ağaçların arasında uzanan eski bir tren yolu olan Keage Incline’e. Bir zamanlar Lake Biwa Kanalı boyunca gemileri taşımak için kullanılan bu hat, artık demiryolu değil ama zamana tanıklık eden bir yürüyüş yolu. Sakura mevsiminde çok daha güzel olacağına eminim, eylülde yemyeşildi ama yine de eski rayların paslı yüzeyi ile birleşince geçmişle bugünün yan yana yürüdüğü bir yol gibiydi.

Karanlık bastırınca Gion’u tekrar gezip, Gyumon’da wagyu deneyip otele öyle döndük. Bizim etle aramız hiç yok, yine de wagyu denemeden dönmek istemedik.

Japonya’da 2 hafta boyunca yediğimiz tek güzel yemekti diyebilirim. Set halinde aldık ve ramen, kimchi, wagyu, gyoza, pirinç ve çilekli tatlı verdiler. Masada etinizi kendiniz pişiriyorsunuz ve tıka basa doyuyorsunuz. Ortam ve çalışanları da çok sevdik, fiyat helal olduğu için biraz yüksekti. Helal et bulmak zor olduğu için genel olarak helal restorantlar daha pahalı. Uğramanızı tavsiye ederiz.

İkinci gün maalesef benim için kötü başladı. Olacaklardan habersiz Nijo kalesi'ne yürümeye başladık ve hava yine inanılmaz nemliydi. Tam kalenin önüne geldik şansa kale kapalıydı ve Osaka kalesi gibi Nijo’yu da görememiş olduk. Açılışına 2 saat vardı ve beklersek çok zaman kaybedecektik. Neyse en azından gelmişken dışarıdan kalenin fotoğrafını çekeyim dedim, bir baktım lensim buğu yapmış makineyi bir açtım ekran bir anda karıncalandı ve birden kapandı. Kapanış o kapanış makinem 1 hafta kilitledi kendini. Tabi o sırada komple bozuldu sandım tamirci aradık kaç yere gittiysek yaşlılara saygı günü olduğu için her yer kapalıydı, bic camera gibi bir iki avm’de şansımızı deneyelim belki bataryadandır dedik, farklı batarya da denediler sağolsunlar ama yok, en son Youtube’dan izlediğimiz videolar sonucunda ana kartın yanmış olabileceğini düşünüp vazgeçtik. Fotoğraf çekmeden de gezerdim son günleri ve gezdik de yani elden bir şey gelmiyor ama sonuçta emektarım bozulduğu için insanın canı sıkılıyor. O yüzden o gün gezdiğim yerlerden açıkçası çok zevk almadım. Neyse makineyle ilgilendikten sonra Hōrin-ji’ye gittik. Burada Japonların yürümeyi ne kadar sevdiğini çıktığımız merdivenlerden bir kez daha anlamış olduk. Arashiyama’nın bambu ormanına çıkan yokuşun üzerinde, sessizce duran bu tapınak kalabalığın gürültüsü arkanızda kalırken, birkaç taş basamakla birlikte şehrin sesini de yavaşça siliyor. 8. yüzyılda inşa edilen bu tapınak, Budist bilgelik tanrısı Monju Bosatsu’ya adanmış; bu yüzden öğrenciler sınav öncesi buraya gelip başarı dileklerinde bulunuyor.

Bir sonraki durağımız Ömer’in Nara’dan sonra en sevdiği tapınak olan Kinkaku-ji. Etrafı yemyeşil bahçelerle çevrili bir gölün kıyısında parlayan altın renkli ve 14. yüzyılda inşa edilen bu Zen tapınağı, güneş ışığında adeta suyun üzerine düşen bir ışık yansıması gibi parlıyor. Gölün sakin suları, yapının görkemini iki katına çıkarıyor, ağaçlar ve taş yollar ise doğal bir çerçeve oluşturuyor. Ziyaretçiler gölün etrafındaki patikada yürürken, sadece Kinkaku-ji’nin estetiğini değil, aynı zamanda Japon bahçe tasarımının ince detaylarını da gözlemleyebiliyor; taş köprüler, küçük adacıklar ve dikkatle yerleştirilmiş kayalar, her adımda başka bir sürpriz sunuyor. Kyoto’nun tarihi ve estetiğini tek bir karede topluyor.

Bir sonraki durağımız; Adashino Nenbutsi-ji Tapınağı. Arashiyama’nın sessiz tepelerine doğru yürüdükçe kalabalık azalıyor, bambuların arasından rüzgârın sesi duyulmaya başlıyor. Yolun sonunda binlerce taş figürün durduğu etkileyici bir alan açılıyor; Adashino Nenbutsu-ji Tapınağı. 9. yüzyılda kurulan bu tapınak, mezar taşı bulunamayan insanların ruhlarına adanmış. Her biri küçük, birbirine benzeyen taş heykelcikler, zamana meydan okurcasına dizilmiş; kimisinin üzerinde yosunlar, kimisinin arasında düşmüş yapraklar var. Güneş vurdukça taşların arasında parlayan ışık, sanki sessiz bir dua gibi yayılıyor. Burada konuşmalar yavaşlıyor, adımlar hafifliyor; çünkü mekânın kendisi bile saygı istiyor. Sonbaharda turuncuya dönen ağaçların ve bambuların arasında yürürken, hayatla ölüm arasındaki o ince çizginin ne kadar zarif bir şekilde anlatılabileceğini hissediyorsun. Adashino Nenbutsu-ji, Kyoto’nun mistik yüzünü en derin haliyle yansıtan, huzurla hüzün arasında duran bir tapınak.

Burada yaklaşık 10-15 dk kadar turistlerin azalıp birkaç fotoğraf çekilebilmek için bekledik. Ömer de sağolsun sıkılıp hadi gidelim tarzı konuşunca tatildeki ilk tartışmamızı yapmış olduk 🫠 Alan küçük olunca ve herkes fotoğraf için durunca maalesef sosyal medyada görülen fotoğrafların nasıl çekildiğine dair fikir yürütemiyorsunuz. Kalabalık gün ya da saatte gitmememize rağmen gerçekten kalabalık baydı. Neyse oradan Adashino Bamboo Forest’a geçtik ve yine benzer kalabalık, yine fotoğraf çekilmek imkansız bir hal aldı. Gökyüzüne uzanan incecik bambular rüzgarda sallanırken, patika boyunca dağılmış antik türbeler ve Japon bahçeleri görüyorsunuz. Bambu korusu kısa ama büyüleyici.



Gelelim 1 ay öncesinde biletini aldığımız Sagano Romantic Train’e. Kyoto’nun Arashiyama bölgesinde, Hozu Nehri boyunca uzanan yaklaşık 7,3 kilometrelik tarihi bir tren hattında hizmet veriyor. 1991 yılında turistik bir gezi hattı olarak yeniden düzenlenen bu hat, eski JNR (Japanese National Railways) raylarını kullanıyor ve yolculuk boyunca yolculara doğal ve tarihi manzaralar sunuyor. Tren, çoğunlukla ahşap vagonlardan oluşuyor ve geniş pencereleri sayesinde fotoğraf çekmek ve manzarayı izlemek mümkün. Yolculuk sırasında Hozu Nehri’nin kıvrımları, bambu ormanları ve mevsime göre değişen renkler görüyorsunuz. Ortalama 25 dakikalık yolculuk, Kyoto’nun hem doğasını hem de eski ulaşım sistemlerinin nostaljik havasını deneyimlemenin popüler bir yolu olsa da, yolculuk bize biraz kısa geldi. Yine de tatlı bir aktiviteydi.

Ps: Trenin çoğu kapalı vagonlardan oluşuyor, manzarayı rahatça izlemek ve fotoğraf/video çekmek istiyorsanız 5 numaralı vagondan bilet alabilirsiniz. Hava durumuna yine de bakın derim.
Bir başka hayal kırıklığımız olan Kimono Forest’tan çok bahsetmek istemiyorum, istesem de bahsedemem. Çünkü gerçekten sosyal medyaya kanıp beklentimi aşırı yüksek tuttuğum için hüsrana uğradığım yerlerden biriydi. Neyse, geleneksel Japon kimonolarından esinlenmiş desenler, gündüzleri renkli bir mozaik gibi parlıyor; akşam olunca içlerindeki ışıklar yanarak caddeyi süslüyor. Bu sanat enstalasyonu, Kyoto’nun geleneksel tekstil zanaatını modern bir şekilde yaşatmayı amaçlıyor. Küçük, 3 dk’da gezebileceğiniz, neyse en azından stamp bastık hatıra olur diye kendinizi avutacağınız bir yer. 🫠
Kyoto’da son günümüze Fushimi İnari ile başlamanın nasıl bir hata olacağını yaşamadan bilemezdik. Çünkü kimse bize hayatımız boyunca terlemediğimiz kadar terleyeceğimizi söylemedi, üstüne dünya kadar yer gezip otelden de check out yaptığımız için duş alamadan gece otobüsüyle Tokyo’ya dönmek zorunda kalınca, hayatımızdaki en utandığımız gün olarak tarihe geçti.

Fushimi Inari Taisha, binlerce turuncu “torii” kapısıyla ünlü bir Şinto tapınağıdır. 8. yüzyılda inşa edilen tapınak, bereket ve iş hayatında başarı dilemek için ziyaret edilir. Tapınak kompleksi, ana mabedinin yanı sıra, şehri çevreleyen Inari Dağı’nın eteklerine yayılan yürüyüş yollarına sahip. Bu yollar, yaklaşık 10.000 adet turuncu torii kapısı ile kaplı ve her biri hayırseverlerin bağışlarıyla yapılmış. Ziyaretçiler, dar patikalarda yürürken, kapıların oluşturduğu tünel gibi geçitler aracılığıyla tapınağın mistik atmosferini hissediyor. Küçük taş tilki heykelleri, Inari’nin kutsal hayvanı olarak yol boyunca dikkat çekiyor ve ziyaretçilere fotoğraf için benzersiz bir fon sunuyor.

Torii kapıları arasında genç, yaşlı demeden her yaştan insan görebiliyorsunuz. yürürken dikkatimi en çok çeken şey, patikalarda yavaş adımlarla ilerleyen yaşlı Japonlardı. Kimileri bastonuna yaslanıyor, kimileri kısa molalarla yürüyüşünü sürdürüyor ama yüzlerinde aynı sakin ifade vardı. Burada yürüyenlerin şifa bulduğuna, bedensel güçlerini tazelediğine inanıldığı söyleniyor. Ömer’in yorumu şöyle; her gün bu kadar spor yapıyorsa tabi sağlıklı olur 🫠
Tō-ji, Kyoto’nun en eski ve en önemli Budist tapınaklarından biridir. En dikkat çekici yapısı, 55 metre yüksekliğiyle Japonya’nın en uzun beş katlı pagodasıdır ve Kyoto’nun birçok noktasından görülebilir. UNESCO Dünya Mirası listesinde de yer alıyor.








Yorumlar