top of page

AMSTERDAM

  • Yazarın fotoğrafı: Merve Köroğlu
    Merve Köroğlu
  • 27 Kas
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 3 Ara


ree

Henüz Norveç ve İsviçreye gitmedim, onların sıralamayı değiştireceğini düşünüyorum ama şu ana kadar Avrupa’da görüdüğüm ülkeler arasında ennn çok Hollanda’yı sevdim. Avrupa’da pek çok şehir, tarihleri ve mimarileri nedeniyle birbirine benzer; aynı taş sokaklar, aynı meydan düzenleri, benzer bir geçmişin izleri… Ama Amsterdam bu benzerliğin içinde  kendi hikâyesini fısıldayan şehirlerden biri. Kanalları yüzünden sık sık Venedik’le yan yana anılsa da, aslında bambaşka bir ruhu var. Belki bisikletlerin ritminden, belki suyun yumuşak sesinden, belki de insanların o kendiliğinden gelen rahat tavrından… Havası, doğası, şehrin kendi iç sesi -ne derseniz deyin- Amsterdam insanı yormayan, aksine yavaşlatan bir şehir.


ree

Önerebileceğimiz bir otelde kalmadık; biz genelde gittiğimiz yerlerde merkeze yakın en ucuz otel hangisiyse onu tercih ediyoruz. Dilerim daha iyi şartlarda tekrar Amsterdam’a ve Giethoorn’a tekrar gitme şansımız olur 🫠 


ree

İlk gün müzelerle başladık ama şu anki aklım olsa asla saatlerimi bu kadar müzelere harcamazdım. Uçaktan indiğimizde henüz check-in saatimiz başlamadığı için sırt çantalarımızla direk Rijskmuseum’a gittik ve çantalarımız büyük olduğu için kapıdan çevrildik. Kapıdaki güvenlik bizi hemen yakınlarda bir luggage storage’a yönlendirdi. Çantalarımızı bıraktık ve müzeye geri döndük. Hollanda’nın en zengin koleksiyonuna sahip ve en önemli müzesi. Yine içinde Hollanda’nın en eski sanat tarihi kütüphanesi de bulunuyor. Dilerseniz sesli rehber de mevcut ama biz kullanmadık. Gezmek için 2-3 saat gerekli diyebilirim ama bizim o kadar vaktimiz yoktu o yüzden daha erken çıktık. Hemen yakınında olan müze meydanında sürekli etkinlikler oluyormuş, biz de Keti-Koti festivaline denk geldik. Amsterdam her yıl 1 Temmuz’da köleliğin kaldırılmasını kutluyormuş. Müzisyenler eşliğinde dans edebileceğiniz, birçok sergiyi gezebileceğiniz, Surinam ve Antiller yemeklerini tadabileceğiniz Karayip pazarının olduğu, geleneksel kıyafet ve müziklerle dolu bir festival.


ree
ree

Festival alanında takıldıktan sonra hemen yanındaki Van Gogh müzesine gittik. İçeri girmeden yanlış bilet aldığımızı farketmedik. Ben Fabrique des Lumières’e gitmek isteyip yanlışlıkla Van Gogh’a bilet almışım… Amsterdam’da en kısa gezdiğimiz müze oldu diyebilirim ancak elbette ki Van Gogh’un fırça darbelerini görmek çok güzeldi. Müze Van Gogh’un kırılganlığını, umudunu, inatla üretme isteğini elle tutulur bir samimiyetle gösteriyor. Müzeden çıktığında sadece bir sergi gezmiş gibi değil, sanki bir insanın iç dünyasına nazikçe misafir olmuş gibi oluyorsun.


ree

Hemen karşısındaki Stedeljik Müzesi’ne de giderek ilk günden müzelere boğduk kendimizi. Giriş kısmında neden müzesiz gezmek isterdim dediğimi anlamışsınızdır 🫠 Stedeljik şu meşhur beyaz küvet şeklindeki bina. İçeride resim, heykel, fotoğraf, poster ve mobilyaya doyuyorsunuz.


ree

Yine hızlı bir turdan sonra çıkışta Mirroring Cube’de hatıra fotoğrafı da çekilip yemek molası için Albert Heijn’e girdik. O kadar çok çeşit vardı ki başım döndü, denediğimiz her şey aşırı iyiydi; peynir çubukları, pestolu ekmekler, yine peynirli krakerler.. Süt ürünlerini iyi yaptıklarını duymuştum ama bu kadar damağıma hitap edeceğini tahmin etmemiştim. Bu arada kruvasanları Paris’ten daha iyi. Açık ara hem de. Neyse Albert Heijn’den çıkıp meşhur Vonderpark’ta oturup karnımızı doyurduktan sonra kanalları gezmeye başladık. Özellikle fotoğrafik gördüğüm; Anne Frank’in evinin bulunduğu Prinsengracht (kanal turu yapabileceğiniz Fragship hemen evin yanında), Keizersgracht, De 9 Straatjes, Herengracht (nerdeyse hepsini saydım sanırım) bisiklete doyacağınız, yürümesi aşırı keyifli, biraz da soğuk diyebileceğimiz çok tatlı yerler. Uğramak istediğim Begijnhof ve The Mouse Mansion - Shop & Studio Het Muizenhuis - Winkel & Museum biz gittiğimizde kapanmıştı. Ama kapıdan bakabildiğimiz kadarıyla çok tatlı şeyler vardı mağazada.


ree

Oralara gitmişken Bloemenmarkt’a uğramamak olmaz. Kardeşimin ilgisi var diye lale soğanı aldım ama Türkiye’de tutmadı maalesef. Birkaç tohum alıp birkaç da fotoğraf çekilip çıktık. Benim en sevdiğim yer olan Damrak en çok vakit geçirdiğimiz yer oldu.


ree

ree

Primark gibi birkaç mağazada girip, meşhur Mannekenpis’te patateslerimizi yiyip (peynirli sos harikaydı), kanal kenarında saatlerce oturduk. Aklımın kaldığı Eye-Film Enstitüsü vardı ama müzelere doyduğumuz için ona vakit ayırmadık. Bir sonrakine diyelim.


ree

ree

İkinci gün sabah erkenden Giethoorn’a doğru yola çıkarak başladık. Nasıl gidildiğini yazmıyorum çünkü yol bilgileri değişebilir ve bence en güvenilir uygulama google maps. 3 aktarma ile biraz pahalıya denk gelse de yollar çok güzel olduğu için ve ben toplu taşımaları da deneyimlemeyi sevdiğim için sıkılmadım.


ree

Giethoorn şu ana kadar hayatımda gördüğüm en güzel yer. Bu kadar masalsı bir yeri ancak çizgi filmlerde falan görebilirim diye düşünürdüm. Gerçek olamayacak kadar güzel ve renkler sanki masal kitabından fırlamış gibi. Yine biraz üşüdük ama her zerresine değdi. Burada yediğimiz peynirli kruvasan da aşırı iyiydi.


ree
ree

ree

Giethoorn’a tekrar gideceğim günü iple çekiyorum. Merkeze araba girişi yasak. Bot, kano ya da yaya olarak geziyorsunuz. Kafeler, marketler mevcut. Köye giriş de ücretsiz. Rotanıza koymanızı tavsiye ederim. Giethoorn’dan dönüşte yine kanal turu yapıp Damrak’ta son saatlerimizi geçirdik. Son kez patatesimizi, peynir çubuklarımızı, kruvasanımızı yiyip şehre veda ettik.


ree

ree

(Ömer'in stroopwafel sevgisi...)


ree

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


  • Youtube
  • Black Instagram Icon

© 2025 by Merve Köroğlu Üküm, Powered and secured by Wix

bottom of page